Aethra'ya öyle masum bakıyordu ki Olivia... Bir şey istediğinde sinsi gözlerinin böylesine sevecen olabilmesi ona bahşedilmiş özelliklerin şüphesiz en güzeliydi. Aethra'nın ona destek çıkacağından fazlasıyla emindi. Belki de bu yüzden henüz ondan onay almadan süslenmişti her bir ayrıntısına kadar. Parfüme kadar hazırdı. "Ah tamam git Cesár’ınla buluş. Ama unutma Truax’ı eve sokmak için iyi bir yol bulacaksın!” O odasının kapısından girerken Olivia hevesle mırıldanmıştı teşekkürünü. Aethra olmasaydı ne yapardı ki! Sarı saçlı hali ona garip gelse de gayet gerekli olduğu açıktı. Annesinin gazabına uğramayı hiç istemezlerdi çünkü. Bu yüzden merdivenlerden çok çok hafif adımlarla iniyordu. Yerleri süpüren gri cübbesiyle bir hayaleri andırdığından emindi. Annesine son göründüğünde uyumaya hazırlanan uslu çocuk imajı vermek için saçlarını açık bırakmıştı. Cesar'ın onu her nasıl görünürse görünsün gayet severek karşılayacağından emindi.
Ağır kapıyı olabildiğince sessiz bir şekilde açıldığında Olivia sessizce dışarı süzüldü. Ay tepesinde ürkütücü bir loşluk yayıyordu. Malikanenin hiçbir ışığı yanmıyordu artık. Yalnızca bahçe ışıkları vardı; onlar ise çok uzakta kalıyordu. Bunun sebebi de Olivia'nın ne olur ne olmaz düşüncesiyle arka kapıdan çıkmasıydı. Işıklar binanın öbür ucunda kalıyordu. Soğuk rüzgar cildini yalayıp giderken, son bahardan ötürü hışırdamakta olan yapraklar bir bir çimlere serpiliyordu. Olivia üşüyerek kollarını birbirine kavuşturdu. Buluşma yerine gidene kadar nasıl dayanacağını bilmiyordu. Bir kez daha son derece korkusuz biri olduğunu şükretti. Zira onun yerinde azıcık ürkek biri olsa, her bir kurt ulumasında ya da melodimsi rüzgar uğultusunda çığlığı basardı. Olivia ise adımlarında soğuk kanlılığı barındırmaya oldukça gayret ediyordu.
Dakikalarca yürüdükten sonra sık ormanın başladığı yere gelebilmiti. Buluşma noktası burasıydı. Bunun sebebi, Olivia'nın yaptığı araştırmalar sonucundan malikanenin hiçbir noktasından görünmeyen nadir ortamlardan biri olmasıydı. César'ın orda olduğunu hayal ederek ormanın girişine gitti. Evet, atsız prensi oradaydı! Yüzündeki gülümsemenin ne derece mutlu olduğunu hayal etmekte hiç güçlük çekmiyordu. Hızla gidip sarıldı ona. Görüşmeyeli çok olmuştu. Karle malikanesinden beri onun özlemiyle yanıp tutuşuyordu genç kız. Bu yüzdendi görür görmez boynuna atılışı. Onun nefes alış verişini duymak paha biçilmez bir duyguydu. "Özlemişim..." diye mırıldandı. Öylesine duyguluydu ki şimdi, elinde olmadan dolmuştu gözleri. César'ın cesaret verircesine elini tutması kalp atışlarını daha da hızlandırmıştı. Şimdikinden daha mutlu olamazdı asla. Zamanlarının ne kadra dar olduğunu düşünmek bile istemiyordu. Bu mutlu anı hiçbir şeyin bozmasına izin vermeyecekti. Loş ışıkta onun gözlerinin parıltısını görmek kusursuz bir histi. Birkaç saniye sonra gözleri çok yaklaştı Olivia'ya. Ardından da birleşti yeniden dudakları. Bir yapbozun parçalarıydı onlar. Cath ve Ada ne derse desin, öyleydi. Onların alaylarını işte bu sıcaklığın verdiği huzur yüzünden görmezden gelecekti. Gözlerini yumdu ve izin verdi bu en büyük büyünün onu ele geçirmesine: aşktı bu büyü. Asasız, sadece kalplerin etken olduğu bu duyguya alet olmak acınacak gelmiyordu artık. Gelse de önüne geçemeyeceğini biliyordu. Dudakları ayrıldığında Olivia arkasındaki ağaca yaslandı. Yerler yaştı, oturamayacaklardı. César'ın da anlatacak pek bir şeyi yoktu galiba; bakışmak onlara yetiyordu. Olivia çok az konuşma içeren zamanın ne zaman geçtiğini anlayamadı bile. Ama gitme vakti gelmiş gibiydi.
Bir an her şey karardı. Olivia gözlerini açamadı. Nefes alamadı. Sonsuz çığlıklar doldurdu kulaklarını. Ellerini başına götürdüğünü duyumsadı. Bedeninin daha kadınsı olduğunu, kimliğinin değiştiğini sandı. Yer altına indi, göğün yedi kat üstüne çıktı. Şaşırtıcı şeyler döküldü dudaklarından; "Zifiri karanlık sonbahar gecesinde ikizlerin ölüme mahkum etmek istediği mavi gözlü genç kızın kararına göre, ikizlerin arasındaki bağ şekillenecek!" Kelimeleri hiç anlamadı. Başka bir dildi sanki, bilinmedik bir telaffuz. Bilinci hiç yerine gelmedi. Her şeyin kararmasından, yere yığılmadan önce duyumsadığı tek şey Aethra'nın çığlığıydı.